The Handmaid’s Tale 3. Sezon 4. Bölüm İncelemesi | Gamesfrm.com
 

The Handmaid’s Tale 3. Sezon 4. Bölüm İncelemesi

Chukulata

Moderatör
Moderatör
Katılım
3 Şub 2019
Mesajlar
2,035
Tepki puanı
12
Amerika Birleşik Devletleri’nin totaliter bir rejim atlında kadınları sadece birer kuluçka makinesinden ibaret olarak gördüğü Gilead’ın düzeninde geçen ve Margaret Atwood’un 1985 yılında kaleme aldığı aynı isimli romanından uyarlanan The Handmaid’s Tale, üçüncü sezonuna tekrardan Amma Asante’nin yönetmenliğindeki dördüncü bölümüyle karşımızda. İzleyicisine direnişi ve değişimi müjdeleyen dizinin dördüncü bölümünde de June, kendisine destekçi aramaya tüm gücüyle devam ediyor.

Geçtiğimiz bölüm June’un sesinden eğer Gilead’ı bitirecekse bunu tek başına yapamayacağını, arkasında güçlü destekçilerin olması gerektiğini dinlemiştik. Şimdi ise June’un Serena (Yvonne Strahovski) ve Fred (Joseph Fennes) üzerinden ardına almayı hedeflediği gücü inşa edişini izliyoruz. Bir yandan da, diğer bölümlerden oldukça farklı olarak Aunt Lydia (Ann Dowd) gibi güç sahibi insanların kendileri ve sahip oldukları güçler ile ilgili yaşadıkları şüpheyi gözlemliyoruz. Güç ve otorite sahibi insanların sistemdeki yerlerinin sağlamlığını sorgulamaları sistemin yaşadığı çatırdamaların en önemli örnekleri arasında yer alıyor. June ise, gittikçe kendini kemiren bu sisteme zamanı geldiğinde yumruk vurulduğunda yumruk vuran elin sağlam olacağından emin olmak için elinden geleni yapmaya devam ediyor.

The Handmaid’s Tale 3. Sezon 3. Bölüm: “Aralarından Hangileri Bu İğrenç Yeri Yerle Bir Etmek İçin İkna Edilebilir?”

Eşler, damızlıklar, Marthalar ve komutanlar bölgelerindeki bebeklerin doğumunu kutlamak için katı bir düzenin altında bir araya geliyor. Özellikle kiliseye giriş sahnesindeki damızlıkların göz şeklindeki merdivenleri çıktışı gibi anlarda olmak üzere Colin Watkinson’ın sinematografi konusundaki başarılı seçimleri, bu bölümün öne çıkan özellikleri arasında yer alıyor. June sürekli kimleri yanına alabileceğini anlamak için çevresindekileri test ediyor ve bir yandan da seremoni sırasında Hannah’nın vaftiz edilme töreninden kesitleri hatırlıyor. Hikayenin Kanada ayağında ise Emily’nin normal hayata ve ailesine adapte olma süreci ve bu süreçte yaşadığı dram Alexis Bledel’in muhteşem oyunculuğu üzerinden anlatılıyor. Mrs. Putnam’ın evinde verdiği davete damızlıkları da çağırmasıyla Waterford’lar ve June bir kez daha bir araya geliyor ve June için manipüle etme çalışmalarına devam etme fırsatı doğuyor. Serena’ya bütün eşlerin kendisini örnek aldığı fikrini empoze ederek Gilead’da bir eş olarak sahip olduğu gücü hatırlatırken, aynı zamanda Fred’i de Serena’ya verdiği gücün sınırlarını genişletmesi konusunda etkilemeye çabalıyor. Kanada’da Emily için, oğlu Oliver ve eşiyle tekrardan bağ kurma süreci başlıyor. Emily için oğlunun kendisini hatırlayıp hatırlamadığı konusundaki endişeleri odasının her yerinde kendisine dair bir şeyler gördüğü duygu yüklü sahneyle beraber son buluyor. Janine (Madeline Brewer)’in geçmişte bir gözünü kaybetmesine sebep olan Aunt Lydia’ya geçirdiği tehlikeden sonra onun için her gece ne kadar çok dua ettiğini anlatması, Aunt Lydia’nın hâli hazırda otoritesi ve bir damızlığın saldırısından sonra toplumdaki görevine dair duyduğu özgüven eksikliği yüzünden umduğunun tersinde bir tepkiye yol açıyor. Zaten bir damızlığın saldırısına uğrayan Aunt Lydia bir de başka bir damızlığın kendisine acıyor olması fikrine katlanamıyor. Fred damızlıkları büfeden yemek yemeleri yasak olduğu hâlde, June ile baş başa kalmak için mutfaktan uzaklaştırıyor ve June’un manipüle çalışmaları başlıyor. June, önüne gelen fırsatı kullanarak, tüm gücüyle Fred’i bir değişiklik yaparak Serena’ya verdiği gücü arttırma konusunda ikna etmeye yönlendirmeye çalışıyor.
June ve Serena arasındaki ilişki git gide güçleniyor ve June her dakika sistemin içerisinde olup hatırı sayılır bir güce sahip olan Serena’nın desteğini ardına alma hayaline bir adım daha yaklaşıyor. Serena’ya Fred’in kendisine evlilikleri içerisinde daha fazla özgürlük vereceğini, kendisinin Fred’in eşi olarak daha fazla etkiye, daha fazla erişime sahip olduğunu hatırlatıyor ve sahip olduğu özgürlüklerinin sınırlarını genişletmek için çalışmasını söylüyor. Bölümün en can alıcı olaylarından bir tanesi ise, Janine’in olabilecek en doğal şekilde, kendi çocuğuna yaklaşma güdüsünü engelleyememesi sonucunda yaşadıkları oluyor. Mrs.Putnam, bir lütufta bulunarak Janine’e kendi bebeğini kucağına alması için izin veriyor ancak annesi sandığı kadının kucağından ayrıldığı anda bebek, bu insalık dışı, sözde doğayı koruyan düzenin aslında doğanın kurallarını ne derece bozduğunu anlatırcasına ağlamaya başlıyor. Janine Aunt Lydia’nın tehditleri sonrasında daha da baskıcı oluyor ve en sonunda Aunt Lydia’nın acımasız kırbaçlarına maruz kalıyor. Artık görmeye alıştığımız bu vahşet, June’un kendisini Janine’in bedenine kalkan ederek hepimizin bölümlerdir bağırmak istediğimiz şekilde defalarca yüksek sesle “hayır” demesiyle beklenmedik bir şekilde sonlanıyor. Eşler ve komutanlar gözleri önünde yaşanan vahşete sanki kuralları onlar yaratıp bu düzeni onlar kurmamış gibi yadırgayan tepkilerle tanıklık ediyor ve Aunt Lydia’nın otoritesi, bir damızlık tarafından durdurulmasına rağmen odadaki kimseden beklediği desteği göremediğinde bir darbe daha alıyor. Serena’nın Hannah ile ilgili daha önce hiç söylemediği ve June’a onu görebilmek için yardımcı olacak bilgileri vermesiyle ve sisteme dair kuralları bir kez daha yıkmasıyla, aralarında kurulan ilişki ve June’a yönelik umutlarımız daha da güçleniyor. Bölüm için bir diğer heyecan verici olay ise, Kanada’da Chicago’ya destek vermek için yapılan direniş sırasında Luke (O.T. Fagbenle)’un Nichole ile beraber çekilen görüntülerinin Gilead’a gelmesiyle yaşanıyor. Hikâyenin Kanada bölümünde Luke ve Moira (Samira Wiley), Nichole’e bir vaftiz töreni düzenliyor ve bütün yaşananlara rağmen Tanrı’ya olan inançlarının bitmediğini, insanların zulmünü ve acımasızlıklarını inançlarından ayrı tuttuklarını gösteriyor.
Üçüncü sezonun dördüncü bölümü, June’un gücünü inşa edişini göstermeye devam ederken bir başka önemli bakışaçısını, otorite sahibi karakterlerin, özellikle sistemin önemli parçalarından Aunt Lydia’nın güçleri konusunda yaşadıkları özgüvensizlikleri de mercek altına alıyor. Bölümün ritmi genel anlamda yavaş olsa da, duygusal potansiyeline ulaşmak için büyük ölçüde sinematografisinden güç alıyor. Kanada’da Luke Nichole’e bakmaya devam ediyor, Emily ise ailesine yaşadığı işkencelerin acısından kurtularak yeniden adapte olmaya çalışıyor. June, kendisine destek aramaya çevresindekileri sürekli test ederek ve Waterford’ları manipüle etmeyi sürdürerek devam ediyor. Sonuç olarak, bu kabul edilemez, insanlık dışı düzen, içten içe kendisini kemirirken, June’un yavaş ama emin adımlarla hazırlandığı yaklaşan savaşının altında ezilmeye hazırlanıyor.
 
Üst